30 Nisan 2006 Pazar

Annemin Patatesli Rulo Böreği



Malzemeler

2 adet yufka
3 çorba kaşığı tereyağ
4 patates
Yarım bardak süt
2 çorba kaşığı yoğurt
1 fincan sıvı yağ
1 yumurta
1 yumurta sarısı (üstü için)
1 su bardağı rende kaşar
1 demet dereotu
Tuz-karabiber

Yapılışı

Yufkalardan birini tezgaha yayın. Üzerine eritilmiş ılınmış tereyağını her tarafına eşit dağılacak şekilde sürün. 2. yufkayı üzerine yayın.
Patatesleri haşlayıp, süt, yoğurt, sıvı yağ, yumurta, kıyılmış dereotu, tuz ve karabiber ile ezin.
Elde ettiğiniz karışımı yufkaların üzerine yayın ve sıkıca rulo yapın.
Daha sonra bu uzunca ruloyu ortadan 2'ye bölün ve streç folyoya sararak 2 saat buzlukta bekletein. Daha sonra buzdolabınızın alt rafına indirip 1 gece bekletin.

Ertesi gün 3 parmak ininde kesip dilimleyin ve üzerine yumurta sarısı sürüp 200 derecede ısıtılmış fırına sürün. Üstü pembeleşmeye başladığında kaşar rendesini serpip, kaşarlar eriyip hafif kızarana kadar pişirin.
(Ben böreği 3 gün önceden hazırladığım için buzluktan çıkarır çıkarmaz bütün halde hemen fırına sürdüm. Piştikten sonra dilimleyip öyle servis yaptım)

Davet Menüsü - 1


Bu hafta sonu sevgili arkadaşım Solin’i eşiyle birlikte yemeğe davet ettik. Uzun zamandır görüşememiştik. Bu kadar aradan sonra onları güzel bir sofrada ağırlamak istedim.
Solin mutfakta çok başarılıdır. Yemekleri hem çok güzel olur, hem de son derece değişik, enteresan tarifleri vardır. Nereden bulur, yaratır bu tarifleri bilmem.
Solin lezzete de çok değer verir. Beğenmediği bir yemeğe öyle kibarlık olsun diye “güzel olmuş” demez, açık açık fikrini belirtir. Dosdoğru kadındır Solin. Beğendiyse de bir yemeği bilirsiniz ki onun iltifatları her zaman gerçeği yansıtır, daha bir mutlu olursunz.
Hal böyle olunca, bu yemek daveti için biraz daha titiz davrandım. Menüyü oluştururken kuzu eti yerine daha çok tercih edilen dana etli bir yemek seçtim. Çok fazla seçenek koymadım ki yemeğin ortasında insanlar tıkanmadan sonunu getirebilsinler.
Sonuçta hem çok zevkli, hem de çok lezzetli bir sofra çıktı ortaya.
Tatlıyı Solin yapıp getirince yemekleri hazırlamak için yeterli zamanım kaldı.
Solin de, eşi de yemekleri çok ama çok beğendiler. Özellikle dana nuara ve enginara bayıldılar. Herkes yemeklerden memnun olunca emeklerime de değmiş oldu.

Davet Menüsü - 1

Marul Salatası
Zeytinyağlı Enginar
Patatesli Rulo Börek
Krema Soslu Dana Nuar
Bademli Pilav
Revani

27 Nisan 2006 Perşembe

Genel istek üzerine... "Samantha 2005"



Küçük Evin Mutfağı'nın aslında en olmazsa olmaz elemanını bu sayfalara koymakta geciktim ama inanın haklı sebeplerim var. Olmazsa olmaz diyorum zira ne zaman mutfağa girsem Samantha'nın bana aşkı kabarıyor ve o bacaklarımın arasında, dizlerime tırmanırken ben bir yandan ona laf yetiştirmeye, diğer yandan da yemek yapmaya çalışıyorum.



2 hafta önce Semoş'un tüm halılarımızı griye bulayan ve hergün canım halılarımızın üzerine tüy topu çıkarmasına neden olan tüylerini nihayet traş ettirdik.
Senede 1 kere tüy dökme zamanı bunu yapmak zorunda kalıyoruz yoksa evin her tarafında tüyler uçuşuyor. Çok fazla yalandığı için bu tüyleri yutuyor ve daha sonra tüy topu olarak geri çıkarıyor ve özellikle de açık renk halılarımın üzerine:-(



Şimdi bizim ufaklığın tüyleri resimlerden de göreceğiniz gibi pek bir haşmetli ama traş edildiğinde o haşmetten eser kalmıyor. Kafası, patişlerinin eklem yerine kadar olan kısımları ve kuyruğunun ucu hariç tüm tüyler traş oluyor ve Semoş minnacık bir kedi haline geliyor. Bizim akıllı tüyleri kesilince kendini bebek zannediyor. Evin içinde oradan oraya zıplıyor, beni kızdıracak ne varsa yapıp sonra kaçıyor, akşamları da kucağımda uyuya kalıyor. (Normalde pek kucak sevmeyiz, bu nedenle bu anların tadını çıkarıyorum)



3 gündür de bizim yaramaz ile evin içinde köşe kapmaca oynuyoruz. Ben fotoğraf makinasını elime alınca önce durup poz veriyor, tam deklanşöre basacakken "maaav" deyip zıplıyor ve var gücüyle koşup kaçıyor. Doğru dürüst bir resim çektirmiyor. Hem yaramaz, hem de sevimli oldu böyle. Bu haliyle de fotoğraflarını çekip koyacağım Küçük Evin Mutfağı'na ama şimdilik 2005 resimleriyle karşınızda...

24 Nisan 2006 Pazartesi

Cumartesi koşuşturması - 2

Son 2 haftadır oradan oraya koşturmaktan artık yorgun düştüm. Bir yandan yeni ekilen bahçe, diğer yandan Esma'nın rahatsızlığı sonrası yeni bir yardımcı arayışımız, eşimin iş temposundaki artış nedeniyle takip edilmesi gereken bir ton iş... Hepsi üst üste geldi. Ben bir düzen bağımlısıyımdır. Düzen bozulduğunda zaten dengem şaşar, toparlayana kadar da geri gelmez. Biraz boşverci olabilseydim ne rahat olurdu hayat ah...
Annem hafta sonu bizdeydi. Ne kadar yoğun olsam da kadıncağız kırk yılda bir gelebiliyor diye Perşembe'den biraz alış veriş yaptım.
Önce City Farm'a gittim. Daha önce hiç ziyaret etmemiştim bu dükkanı. Vaktim de vardı. Teker teker tüm ürünleri gözden geçirdim. Çok da keyif aldım. City Farm'ın sloganı "Güneşli Bahçenin Yiyecekleri". Her bir stand, her bir ürün belli ki özenle hazırlanmış. Fiyatlar biraz yüksek tabii.
Çok uzun zamandır yapmak istediğim buğday, arpa ve yeşil mercimek karışımı bir çorba vardı. Buğday bulunuyor da maalesef arpayı her markette bulamıyorum. City Farm'dan 1'er paket dövülmüş buğday, ayıklanmış arpa ve yeşil mercimek aldım.
(Özellikle çocukları olan annelere de bu çorbayı öneririm. Kuzu ya da dana kemiklerini bir gün önceden haşlayıp, suyunu 1 gece buzdolabında bekletip, ertesi gün üstte biriken yağları ayırıp atıyorsunuz. Kalan suya yine 1 gün önceden ıslatılmış arpa, buğday ve yeşil mercimekleri ilave edip pişiriyorsunuz. Azıcık limon suyu ve tuz. En son tereyağı ve naneyi ocakta çevirip çorbaya ilave ediyorsunuz. Arpa son derece besleyici bir ürün. Gelişmekte olan çocuklar için çok yararlı olmakla birlikte, bizler için de son derece lezzetli bir çorba oluyor.)
Biliyorsunuz Sabancı Ömür adı altında yeni bir tavuk çıkarmaya başladı. Özellikle Doğa Çiftliği Çiftlik Piliçlerini mutlaka denemenizi tavsiye ediyorum. SASSO olarak bilinen Fransız kökenli özel bir ırkın piliçleri bunlar. Tamamen doğal ortamda ve doğal besinlerle beslenen çok lezzetli bir ürün. Son zamanlarda sık sık pişiriyoruz. Ben bütün pilicin içine bol miktarda sarımsak koyuyorum. Dışını da zeytinyağı, limon, sarımsak ve karabiber karışımı ile iyice ovup toprak kapta, kapağı kapalı olarak 150 derece fırında (yani az ısıda) 1,5 - 2 saat pişirip son 15 dakikasında kapağını açıp üzerini kızartıyorum. Nefis oluyor.
Cuma akşamı son derece lezzetli bir sofra hazırladım anneme. Tavuğun yanında pilav iyi giderdi ama malum önümüz yaz, yemeyelim dedik.
Cumartesi pazar günümüz ya... Ben onca işin arasında pazara mutlaka gitmeyi kafama koymuşum. Atladık gittik annemle. Taze fasulyeler çıtır çıtırdı. Ardından yine haftalık enginarımız, domatesimiz, salatalığımız torbalara dolduruldu. Bir koca demet de sarımsak aldım.
Posted by Picasa
Çok tüketilir bizde sarımsak. Biliyorsunuz doğal antibiyotik. Yemeklere mutlaka koyuyorum şifa niyetine.

Enginarlar pişmeye hazır...


Pazar alışverişi ardından yufkacımıza uğrayıp, incecik yufkalardan aldım. Sevgili Safran'ın yumurtalı gözlemelerinden yapılacaklar. (Safran'cım anneme yapmak kısmet olmadı maalesef)
Cumartesi annemi yolcu ettim. Bu arada ananemi, teyzemi, kayıvalidemi ve kayınpederimi de ziyaret ederek küçük bir İstanbul turu attım ama değdi. Onları da ihmal etmemek gerek. Hepsi çok mutlu oldular. Günün akşamı TV karşısında minnoşum Samantha ile uyuya kalmışız.
Hanife Teyzesi çok istemişti. Ben de Samantha'nın resmini bir koyayım dedim.

16 Nisan 2006 Pazar

Zeytinli Ekmek

Bugün yan komşumuz Aysel Teyze torunları için kızarttığı puf böreklerinden bir tabak da bize verdi. Nasıl nefis yapmış börekleri sağolsun. Anında tüketildi tabii...
Hani adettendir bilirsiniz tabak boş verilmez. Ben de kolları sıvayıp ne zamandır yapmak istediğim zeytinli ekmeği pişirdim. Ekmekler fırından çıkar çıkmaz dumanı üstünde Aysel Teyze’nin tabağını doldurdular..

Malzemeler

500 gr un (Ben 250gr kepekli un ve 250 gr beyaz un karışımı kullandım)
20gr yaş maya
1 çay kaşığı tuz
250ml su
2-3 çorba kaşığı çiçek yağı
150gr. zeytin ezmesi
1 bardak çekirdeği çıkarılmış siyah zeytin

Yapılışı

Unu bir kaba eleyin ve ortasını açın. Yaş mayayı ılık su ile ezip, yağ, tuz, zeytin ezmesi ve su ile birlikte una ilave edin ve yoğurun. Üzerine nemli bir bez örterek mayalanması için 20-30 dakika kadar dinlenmeye bırakın.

Kabaran hamuru biraz daha yoğurup zeytinleri ilave edin. Hamuru 8 parçaya bölüp, istediğniz şekli vererek yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine aralıklı olarak dizin. Üzerine süt ve çörek otu serpip, 220C’de ısıtılmış fırında 15-20 dakika pişirin. Afiyet olsun. Posted by Picasa

Pazar Keyfi...

Cumartesi yorgunluğu sonrasında Pazar günü sıcacık ve günlük güneşlik bir bahar sabahına uyandık. Uzun bir Pazar kahvaltısı sonrasında gazetemiz ve kahvelerimizi alıp senenin ilk bahçe sezonunu açtık. Bahçede çimler minik minik kendilerini gösteriyorlar. Çiçekler rengarenk açtı.
Posted by PicasaKoca bir kışa göğüs geren biberiyemiz bahar güneşinin altında taptaze. Posted by Picasa
Posted by Picasa

Zor işler bunlar...

Geçtiğimiz hafta Esma’mız böbrek rahatsızlığının devam etmesi nedeniyle artık gelemeyeceğini bildirdi. Bakmayın böyle sıradan bir olaymış gibi yazdığıma. İlk duyduğumda başımdan aşağı kaynar sular döküldü sanki. Esma benim elim ayağım. Artık bizim evin ilmini almış, Hem yardımcımız, hem ablamız. Hastaysam 1 tencere çorba yapıp gönderen, çok seviyorum diye her hafta etli lahana dolması saran eşsiz insan o. Hayatımızın bu kadar içine girmişken artık gelemeyeceğini söylediği anda kelimeler havada asılı kaldı adeta. Hani insanın nutku tutulur ya... Bende tam anlamıyla öyle oldu. Bir yandan onun için üzülürken bir yandan da “ne yapacağım ben şimdi” diye paniğe kapıldım.
İnsan en çok alıştığı, kanıksadığı şeyleri ya da insanları yitirdiğinde paniğe, endişeye ya da korkuya kapılıyor. Aslında her yeni başlangıcın hayata kattığı ayrı bir değer var. Ben de ilk paniği atlattığımda “her işte bir hayır vardır” diyerek, kollları sıvadım. Uzun lafın kısası bir kaç ilginç(!!!) görüşmeden sonra yeni bir bayan ile anlaştık. Cumartesi günümü “Sedef”e ayırıp biraz pratik yaptık. Günün sonunda artık elim kalkamayacak kadar yorgun düşmüştüm...

13 Nisan 2006 Perşembe

Ne Okuyorum: Pozitif Düşünce, Erhard F. Freitag

Son zamanlarda hayat benim için bir rutine dönüşmüştü. Sabah kalk, koştura koştura işe git, bütün bir gün çalış çalış sonra akşama eve gel ve rutine devam et. Bu koşuşturmaca içinde hayat su gibi akıp gidiyor ve ben bu devinimde sürüklenip gidiyordum.

Bir arkadaş sohbetinde başladı herşey. Canım arkadaşım Solin tatlı tatlı anlatırken başından geçenleri, ben konudan uzaklaşmış onun yaşadıklarını nasıl bir duygusal algılamayla özümsediğini farketmiştim.

İşte o anda karar verdim. Bu rutinden silkelenmem gerekiyordu en kısa zamanda. Hayatı yakalamalıydım derhal!

Böyle durumlarda her zaman kitaplara başvururum. Duygularım, kelimelerle buluştuğunda düğümler çözülür, sular durulur.

İşte o günün sonrasında kendimi Remzi Kitabevi'nde buldum. Remzi'nin raflarına gömülmüş kitapları tarıyorken aniden karşılaştık. Önce arka kapak okundu. Sayfalarda şöyle bir gezildi. Sonra tekrar rafa konuldu.

Başka kitaplara geçildi ama yan gözle kesişmemiz devam etti. O kitap, bu kitap... Yok, birşey beni çekti. "Bu kitabı almalısın" dedi içimden bir ses. İşte ben bu kitabı öyle aldım.

"Ruhunu açmaya, eski alışkanlıkların yanısıra yeni birşeyler için alan yaratmaya hazırsan, mucize zamanı gelmiş demektir. Ruhunu açmak demek, istediğin herşeyin olabileceğine inanmak demektir. Mucize başladığına dair bir işarettir. Bunu kabul ettiğin anda gözündeki örtüler kalkar. Artık gerçekleri görebilirsin." >> Arka kapak'tan..

Bu kitabı aldığımdan beri elimden bırakamıyorum. İlk defa bir kitabı 2. kez okuyorum ve her satırını özümsüyorum. Çok değerli öğretiler içeren, herkesin mutlaka okuması gereken, düşüncelerimizin nasıl hayatımızı şekilllendirdiğini ve bu gücü nasıl olumlu yönde kullanabileceğimizi anlatan çok değerli bir kitap. Kitap hakkında daha fazla bilgi almak ve Erhard Freitag'ın diğer kitaplarına da göz atmak isterseniz burayı tıklayabilirsiniz.

12 Nisan 2006 Çarşamba

Mor, eguvan, eflatun...

Better Homes and Gardens (Mart 06)

Amerika'da yayınlanan Better Homes and Gardens dergisine 4 seneden uzun bir süredir aboneyim. 4 senedir kapıda dergimin geldiğini gördüğüm her ay mutluluktan uçuyorum.
Çok başarılı bir ekip tarafından hazırlanan Better Homes and Gardens insanın evini sevdiren, ilham kaynağı veren, bilgilendiren bir dergi. Tek sorun dağıtımdaki ağın genişliği nedeniyle zaman zaman elime geç ulaşması.

Mart ayı sayısı da bu nedenle elime yeni geçti.
Mart ayı kapağının eflatun temasını gördüğümde ayrı bir keyifle okumaya başladım. Bahar geldi geleli eflatun beni esir almış durumda.
Better Homes and Gardens'ın web sitesini çok beğenerek takip ediyorum. Dergide işledikleri konuları bir kaç ay sonra web'te de yayınlıyorlar. Yemek tarifleri amerikan mutfağının geniş bir yelpazesi ve tüm tarifler denenmiş. Dekorasyon bölümü ayrı bir dünya. Küçük Ev'i dekore ederken gerçekten çok işimize yaramıştı.

10 Nisan 2006 Pazartesi

Mevsimin en güzel çiçekleri kamelyalar...

Havalar halen serin. Bahçenin ekilmesinin ardından dün yağan yağmur biraz korkuttu bizi. Zira geçen sene ekim yapılmasından 2 gün sonra patlayan fırtına tüm tohumları silip süpürmüştü. Neyse ki dünkü yağmur o denli şiddetli olmadı.Bu akşam işten geldiğimde küçük kamelya ağaçlarımın çiçekler içerisindeki dallarının birkaç resmini çektim. O kadar güzeller ki insan bakmaya doyamıyor.Şimdi camgüzellerinin çıkmasını bekliyorum. Kasa kasa cam güzeli ekeceğim bu sene bahçeye. Hem nemli ortamı, hem de yarı güneş bahçeleri çok seviyorlar cam güzelleri. Tüm yaz daimi çiçek veriyorlar.Bahçenin bir köşesine Selçuk'tan aldığımız biber ve patlıcan ve fidelerini ektik. Ancak patlıcan fidelerini dikmekte biraz geç kalmışız galiba halen toparlayamadılar kendilerini. Aldığımız armut ağacı da bahçemizde yerini aldı. Şimdi bahçede böcekler ve bahçe zararlıları için önlem alma zamanı. Zira havaların ısınmasıyla onların da populasyonunda inanılmaz hızlı bir artış oluyor. Geçen sene çoğu bitkinin yaprakları küçük tırtıllar tarafından talan edilince bu sene önceden önlem almak kaçınılmaz oldu. Posted by Picasa
Posted by Picasa Bahçede tüm bitkiler sürgünlerini vermeye başladı.

9 Nisan 2006 Pazar

Çalı Fasulyesi Salatası

Bu tarifi, eşimin ablası geçen yaz gittikleri bir arkadaş davetinde tatmış. Yapmak bu sene kısmet oldu. Ben çalı fasulyelerini ince uzun şeritler halinde haşlamıştım ama yemesi bu şekilde zor oluyor. 2-3 santim uzunlukta doğranırsa çatala daha rahat gelir sanıyorum.

Malzemeler
250 gr. çalı fasulyesi
1 kutu mısır
1/2 demet dereotu
zeytinyağ, limon, tuz

Yapılışı
Çalı fasulyelerini ayıklayıp yıkadıktan sonra arzu ederseniz önce ince şeritler halinde, sonrada 2-3 cm boylarında doğrayın. Kaynar suda hafif diri kalacak şekilde haşlayın.
Zeytinyağ, limon ve tuzu iyice çırpın. Fasulyelere doğranmış dereotu ve msır ilave edip, sos ile tadlandırın.
Yaz sofraları için ideal.

İşte sonuç:

Fasulyeler pişmeye hazır. Posted by Picasa

Sizce bu nedir?

Resim çok net değil biliyorum. Bu sorun yakında çözülecek. Yukarıda gördüğünüz çalı fasulyesi doğramaya yarıyor. Nasıl mı?
Çalı fasulyesini orta bıçağa yerleştirip arka taraftan hızlıca çekiyorsunuz. Fasulyelerin kılçıkları ayıklanıp, ince şeritle halinde doğranıyor. Posted by Picasa

Cumartesi koşuşturması - 1

Hafta sonlarına bayılıyorum. O kadar çok yapacak şey oluyor ki, 2 gün tatil, imkanı yok yetmiyor. Esma biraz rahatsız. 12mm'lik böbrek taşı kırdırmış, ağrılar içinde kum döküyor kadıncağız. Geçen hafta gelemedi tabii. Bende de biraz kaçıklık olduğundan, aman düzen bozulmasın diye dün yani Cumartesi günü hem evle ilgilendim, hem de pazara gitmeye karar verdim.
Cumartesileri evin yakınlarında bir pazar kuruluyor. Maalesef çok şenlikli bir pazar değil. Hele dün tam ben evden çıktığımda yağmur öyle bir coştu ki, pazarda sallana sallana yürüyüp bakınmak (ki çok severim her tezgahın fizibilitesini çıkarmayı) mümkün olmadı.
Elimde liste dooğruuu bildiğim, tanıdığım tezgahlara koşup, hızlı hızlı alışverişimi yapıp apar topar eve döndüm. Böyle de pazar olur mu diyeceksiniz.. Haklısınız ama marketlerdeki sebze reyonlarına dayanamıyorum. Her ne olursa olsun pazardan alınan sebzeler inanın bir başka oluyor. Bir de evde sebze bol olduğunda evin bereketi bir o kadar artıyor.
Ben ananem ile büyüdüm. O kadar çok şey öğrendim ki ondan. Evin bereketi onun için önemliydi her zaman. Ekmek yere düşer düşmez alınır, öpülüp alına koyurdu, nimetti zira. İstanbul'un göbeğinde oturmasına rağmen her hafta sütçüsünden taze süt alır, yoğurdunu
kendi mayalardı. (Halen de öyle yapıyor. Nereden buluyor sütçüyü bilemiyorum.)
Alışverişini kendi yapar, taze taze pişirirdi yemeklerini. Her yemek ekmekle "katık edilerek" yenirdi. Yani eskilerin tabiriyle ne peynir, ne zeytin, ne de herhangi bir yemek öyle yemiş gibi yenmezdi. Tutumludur ananem ama asla cimri değildir. Şimdilerde bu ikisi en çok karıştırılan 2 ayrı kavram ve pek de dikkat edilmiyor artık böyle şeylere zira savurganlık almış başını yürümüş gitmiş durumda.
Ananem sofrasına, evine, kendisine her zaman özen gösterirdi. Sade ama şık sofrası birbirinden lezzetli yemeklerle süslenirdi. Elde yıkanılan bulaşıklar, bardaklar çatallar ve tabaklar için ayrılmış 3 ayrı kurulama beziyle kurutulup öyle kaldırılırdı dolaplara. "Şartlı-şurtlu" kadındır ananem. Bir de tel dolabı vardır ki halen bayılırım ona. Baharatlarını, erzaklarını, bazı kap kacağını halen bu tel dolapta tutuyor.
İşte benim de hamurum böyle bir kadın tarafından yoğruldu. Allah ananeme uzun ömürler versin. Ondan öğrendiklerim benim için paha biçilmez değerler. Benden soraki nesillere aktarmak istediğim değerler. İnşallah.
Nereden nereye... Pazarda kalmıştık. Dün 2. fasıl enginarımı da aldım. Bengü'nün tarfiyle pişirilmek üzere. Çalı fasulyeleri çıtır çıtırdı. Biraz da onlardan koydurdum. Çoğunluğu zaytinyağlı yapılacak, bir kısmı da salata olacaklar. 15-20 dal dereotunu bağlayıp demet yapmışlar. Olmaz öyle şey deyip çıkışınca 1 demet de bonus geldi. Onlar da hem çalı fasulyesi salatasını, hem de fırında yapılacak kabak mücverini tatlandıracaklar. Domatesler çok güzeldi bu hafta. Küçük, kırmızı, sert ve tatlı. Arı ile aşılananlardan galiba. Bir demet de karalahana aldım. Bugün elim kalkarsa dolmasını yapacağım. Olmazsa, soğanla kavrulup, yoğurtla yenecekler.
Zira Ege seyahati sonrası Küçük Evin Mutfağı'nda sebze ve zeytinyağı çok revaçta...

8 Nisan 2006 Cumartesi

Zeytinyağlı Enginar


Geçen hafta sonu Zekeriyaköy tarafına giderken yolda kamyon içinde satılan enginarları görünce kısa bir süre duraklayıp senenin ilk enginarlarını aldık.
Arkadaşım Bengü çok güzel enginar pişirir. Hem de düdüklüde. Tarifi de bellidir. Yani enginarlar öyle çok kılçıklı falan değilse lezzet pek şaşmaz. Ben de senenin ilk enginarlarını Bengü'nün tarifi ile pişirdim. Sonuç harika oldu.
Tefal'in "clipso" marka düdüklü tenceresini kullanıyorum. Buna göre 1. derecede 6 dakika (harlı ateşte tısslatıp orta ateşe getirdikten sonra) pişirdim ve son 2 dakikasında da kapağını açmadan altı kapalı olarak beklettim. İdeal sonuç aldım. Enginar çok yararlı bir sebze olmasının aynı sıra, sunuşu da bir o kadar şık. Davet yemeklerimin vazgeçilmezlerinden. İşte tarif...

Malzemeler

6 adet enginar
1 büyük patates ve 2 körpe havuç (küp küp doğranmış)
1 çay bardağı bezelye
1 limon suyu (Sulu bir limon ise yarısı yeter)
2 tepeleme tatlı kaşığı toz şeker
1,5 silme tatlı kaşığı tuz
1 büyük çay bardağından 1 parmak az (ajda bardak) zeytinyağı
Yarım ajda bardaktan 1 parmak fazla su

Yapılışı

Düdüklü tencerenin en altına enginarları dizin. Patates havuç ve bezelyeyi üstüne serpin ve diğer malzemeleri ekleyin. Kapağını kapatıp, 1. derecede, harlı ateşte, pim çıktıktan sonra orta ateşe getirerek 6 dakika pişirip altını kapatın. 2 dakika da bırakın dinlensin.
Daha sonra kapaklı bir borcama servise hazırlayın.
Afiyet olsun... Posted by Picasa

Enginara bir not: Enginarlar ilk çıktığında körpe oluyorlar ve 6 dakika pişirmek yeterli oluyor. Ancak birkaç hafta sonra aldığım enginarları mutlaka 8 dakika pişiriyorum. Ölçülerde de ufak bir değişiklik yaptım. Sonuç her defasında mükemmel.
Bahar geldi sonunda... Yol boyunca açan papatyalar Ege'de kırları beyaza boyamıştı... Posted by Picasa

7 Nisan 2006 Cuma

Çorba yaptım tavuk suyuna; "Şehriye Çorbası"

Hani bazen canınız fena halde sıcak bir çorba çeker ya, geçen gün eve geldiğimde kendimi mutfakta buldum. Tire'nin pazarındaki köylülerden aldığım tereyağı vardı ya... İşte onu kullandım bu çorbada.
Evde tavuk suyu vardı bir gün önceden hazırladığım. Malzemeleri göz kararı koydum tavuk suyuna göre ama siz de yapmak isterseniz yaklaşık 8 bardak tavuk suyu için bir büyük çay bardağı tel şehriye, 3 domates ve 1 tatlı kaşığı salça ve tercihinize göre yeteri kadar tuz kullanabilirsiniz.
Domateslerin kabuklarını soydum. Küçük küçük doğradım hepsini. 1 domatesi (doğranmış halde) ayırdım. Diğer 2 tanesini teflona yağ koymadan koyup orta ateşte salçalaşana kadar pişirdim. Diğer tarafta tavuk suyu ocakta kaynamaya başlamıştı. İçine hemen şehriyeleri, 1 tatlı kaşığı salçayı ve pişmiş domatesleri ilave ettim. Şehriyeler pişene kadar ağzı yarım kapalı orta ateşte pişirmeye bıraktım. 3-5 dakika sonra da ayırdığım domatesleri ilave edip, bir taşım daha kaynatıp, hem ocağın altını, hem de tencerenin kapağını kapatıp dinlenmeye bıraktım çorbamı.
Yemekler her zaman dinlenince güzel oluyorlar.
Çorbaya hiç yağ koymadım dikkat ederseniz. Zaten tavuk suyu da yağlı oluyor. Ancak son dokunuş için (ki çorbaya tadını veren bu) 1 tepeleme çorba kaşığı tereyağını kaserolde biraz nane ve biraz da kırmızı toz biber ilavesiyle köpükleri gidene kadar çevirip kızgın halde çorbanın üzerine döktüm ve "cossss", çorbamız hazırdır.
Nefis oldu. Denemenizi tavsiye ederim. Hem kolay, hem lezzetli.



Bu arada tariflerimi konu sırasına göre arşivlemek için sabahtan beri uğraşıyorum ama henüz başaramadım. Yakında çözeceğimi umuyorum.

6 Nisan 2006 Perşembe

Kaplan Dağı ve Rafet Amca'nın Kulübesi

Yazmak insana iyi geliyor. Rahatlatıyor. Yazarken sanki sizler karşımda oturuyormuşsunuz da beni dinliyormuşsunuz gibi hissediyorum. Aklımdan geçenleri yazıya dökerken düşüncelerimin hızına yetişmek için parmaklarım klavyede tıkır tıkır çalışıyor.

Dün işyerinde sistemler çöktü. Tam işlerimi toparlayıp blogumla ilgilenecek zamanlarımda öylece kalakaldım. Akşam eve döndüğümde de bahçeyle ilgilendim. Malum bahçemiz ekildi. Artık sulama zamanı da geldi. Bebek çimler çıkana kadar bahçemizi bizzat ben sulamaya kararlıyım. Zira geçen sene İsmail Amca (Mahallemizin ton ton bahçıvanı) sağolsun bahçeye o kadar su verdi ki en sonunda toprak yosun tuttu:-))) Bu kış da çok yağışlı geçtiğinden bahçe falan kalmadı bizim buralarda. Her neyse, kısacası dün bir türlü fırsat olmadı yazmaya ama Ege seyahatimizin son durağı Tire'nin Kaplan Dağı'nı özellikle yazmak istiyorum. Bir gün yolunuz oralara düşerse mutlaka uğrayın. Oraların havasını siz de koklayın.

Kaplan Dağı'na Tire'den 1,5km sonra ulaşıyorsunuz. Doğanın ihtişamını anlatmak zor. Tepeye vardığınızda tabelalar sizi meşhur "Kaplan Dağ Restaurant"a yönlendiriyor.
Arabayı restaurantın önüne park ediyoruz ve biraz yürüyüp bu muhteşem doğayı seyre koyuluyoruz. Yamaçlar ağaçlarla kaplı, baharın getirdiği renk cümbüşü içinde. Kuş sesleri sessizlikte yankılanıyor. Restaurant'ın sahiplendiği 2 küçük köpek koşturuyor peşimizden.


Kaplan Dağı'na geldiğinizde restaurantın hemen solunda küçük, gösterişsiz, ahşap bir kulübe göreceksiniz. İşte bu kulübe "bitki bilimci" Rafet Amca'nın kulübesi.

Rafet Amca bitkilerin sırrını çözmüş, ilmini almış bir köylü. Kulübesindeki raflarda bitkilerden yapılmış şişe şişe ilaçlar, sular ve kurutulmuş otlar yer alıyor. Sakin sakin anlatıyor bir kaç anısını. Maalesef kendisinden sonra gelen nesiller ilgilenmemişler bu işle. Bütün bildikleri kendisiyle birlikte yaşayacak ancak. Çok acı tabii... Pek çok değerimizi böyle zamanla kaybediyoruz. Üzülmemek içten değil.

Rafet Amca'dan 2 şişe kantoron yağı, 1 şişe ceviz tentürü, 1 şişe İsveç Şurubu ve 1 torba da oğul otu alıyoruz. Kantoron yağları ve ceviz tentürü eşim için. Kantoron yağı mide ülseri ve reflünün tedavisinde kullanılıyor. "2 şişe senin işini görür" diyor Rafet Amca. Ceviz tentürü de kolestrol için. İsveç Şurubu ise her derde deva sanki. Yanıklar, burkulmalar, böcek sokmaları, uçuklar ve daha neler neler... Oğul otu hem sakinleştirici hem de rahat bir uyku için. Uyku sorunu olan ananeme. Rafet Amca'dan alacaklarımız alıp methini çok duyduğumuz Kaplan Dağ Restaurant'a giriyoruz. Ege'nin çeşit çeşit otlarıyla yapılmış enfes yemeklerden tadıp İstanbul'a dönmek üzere yola koyuluyoruz.

4 Nisan 2006 Salı

Zamanın Durduğu Yer: Tire


Geçtiğimiz Salı sabahı erkenden Tire Pazarı'na gitmek için uyandık. Şirince'de gün, horoz sesleri ve doğan güneşin hafif serin ve buğulu ışıklarıyla taptaze başlamıştı bile. Kahvaltı etmeye vaktimiz olmadığından Selçuk'a inip Çakabey fırınına uğramaya karar verdik.
Şirince'den Tire yaklaşık 45 km. 1 saatten kısa bir süre sürüyor. Tire'ye geldiğimizde herhalde biraz erkenciydik ki daha pazar yeni kuruluyordu. Arabayı pazar yakınına park edip, Selçuk'taki Çakabey fırınının meşhur Ispanaklı börekleriyle kahvaltı yapmak üzere tipik bir köy kahvesine oturduk. Bu arada Tire'deki gündelik hayatın nasıl başladığına tanık oluyorduk. Pazar alışverişine gelen hanımlar arabalarıyla hızlı adımlarla ilerliyor, erkekler selamlaşıp hal hatır soruyorlar, dükkanların kepenkleri bir bir açılmaya başlıyor. Hava serin, hatta soğuk. Tanrım, İstanbul'daki hayatımızdan o kadar başka, o kadar tabi ki... Çaylar güzel demlenmiş, küçük cam bardaklarla servis yapılıyor. Börekler enfes.

1 hafta önceden "sihirlitur.com"da Tire ile ilgili yazılanları okuyup notlar almıştım. Bir bölüm o kadar güzel özetliyor ki Tire'yi;

"Salı günleri kurulan pazarda geleneksel Osmanlı kültürünü yaşatan izler görülüyor. Çarşının dükkanlarında semer yapanlar, keçeciler, ipçiler, urgancılar, saraçlar, yorgancılar, nalıncılar, yularcılar, hasırcılar dün nasılsa bugün de aynı heyecanla el sanatlarını sürdürüyorlar. Küçücük dükkanlarında kömür ütüsü kullanan terziler, henüz kuaför olmamış mütevazı berberler, marketleşmemiş bakkal kokan bakkallar yıllar öncesinden kalmış asılı tabelaları altında çalışıyorlar. Sokakların sessizliği, evler, cumbalar, çıkmalar, kapı ve pencereleri ile Tirede zamanın durduğu hissine kapılmanıza neden oluyor. "

Pazara henüz başlamadan öncelikle Tire'nin meşhur Cön Ailesi'nin keçe dükkanını ziyaret ediyoruz. Dükkan daha yeni açılıyor. Hemen buyur ediliyoruz. Tijen'in bahsettiği keçe terlikler tezgahta renk renk. ..... Bey (ismini hatırlayamadım:-() bize Başbakan'ın eşine gönderdikleri şalların birer örneklerini gösteriyor. "Daha yeni bir sipariş daha aldık köşkten" diyor. Kısa bir gösteri yapıyor bize, keçenin nasıl yapıldığına dair. "Gelen turistlere gösteriyoruz da, taaa İstanbul'dan gelen sizlere mi göstermiyeceğim" diyor.
Keçe dükkanının hemen yanında antika eşyalar satan başka bir dükkanı ziyaret ediyoruz. Dükkan sahibi aslen Tire'li değilmiş ama Tire'yi çok seviyor anlata anlata bitiremiyor. Hemen karadut çayları geliyor önümüze. Yine o küçücük cam çay bardaklarında. Ben çaya falan değil tamamen dükkandaki küçük objelere, antika el işlerine dalmışım tabii ki. Bir yandan da aklım pazarda.

İpçiler, urgancılar, semerciler, nalıncılar hepsi Tire çarşısında aynen Sihirli Tur'da yazdığı gibi başka bir boyutta hissettiriyor insanı. Sanki zaman bir yerlerde durmuş gibi hakikaten.

İşte pazara başlıyoruz. Çeşit çeşit otlar tezgahlarda. Köylü kadınlar otların başında. Güneşin kavurduğu yüzler. Ben başlıyorum sormaya. Bu ne otu, nasıl pişiriyorsunuz vs. diye. Canla başla anlatıyorlar. 'Al' diye tutturmuyorlar. Ben Tijen'in kitabında okuduğum tilkişenlerden almaya karar veriyorum. Biraz turp otu, biraz ısırgan derken ellerimiz torbalarla doluyor.
Peynirlerin satıldığı çarşıyı soruyoruz. Ahh hep Tijen diyorum ama ne yapayım. O daha yeni döndü buralardan. Mutfakta Zen'de yazmış, ben de not almışım. Çamur peyniri varmış Tire'nin. Almam, tatmam lazım. Bir de tulum peyniri var ki... O da ayrı bir lezzet. Keçi derisinde yapıyorlarmış. Hem eve, hem de kayınpedere alıyoruz. O da sever tulum peynirini. E tabii bir de tereyağ. Has mı has. Artık kesinlikle margarin kullanmıyorum evde. Çok gerektiğinde margarin yerine daha az miktarda tereyağ kullanıyorum. Ancak bu aldığımız yağ biraz aromatik. Yani kokusu daha farklı alışageldiğimiz markaların tereyağlarından. Çorbalara, pilava, omlete falan güzel oluyor da kek, börek için biraz yoğun olabilir.
(Not. Bu arada dün yaptığım şehriye çorbasına nane ve kırmızı biber ile çeviridiğim bu yağdan koydum. Nefis oldu. İlk fırsatta tarifini yazacağım)
Ardından Tire Pazarı'nın Tahtakale Çarşısı denen bölümüne gidiyoruz. İğne oyaları iplere dizilmiş. Hayran kalıyorum. Fiyatlar biraz yüksek tabii el emeği göz nuru. Tahta kaşıklar, havanlar, oklavalar vs. satılıyor başka bir tezgahta. Bir kaç kaşık alıyoruz kendimize. Bir de Esma'ya (Esma bizim evimizin ablası, yardımcısı herşeyi) havan, nihale vs. birşeyler alıyorum. Ellerimiz iyice dolup taşıyor ve biz arabaya zor zar gidiyoruz. Bir sonraki durak Kaplan Dağ'ı.
(Yarın da Kaplan Dağı'nı ve Rafet Amca'yı yazacağım)

3 Nisan 2006 Pazartesi


Selçuk Pazarı'ndan aldığımız ayva fidesi.

Şirince, Selçuk ve Tire; Ege'de kaldı aklımız...





4 günlük Ege seyahatimizden döndük. Hani tadı damağımda kaldı deriz ya... İşte öyle bir seyahat oldu bizim için.

Baharın gelmesiyle yemyeşil kırlar bembeyaz papatyalara bürünmüş. Şeftali ağaçları pembe çiçekleriyle yol boyunca sıra sıra dizili. Şirince köyü akşam üstü odun sobalarının tüten kokusu ile sessiz sakin... Ezan sesi içimi ürpertiyor.
Şehir hayatının insanı nasıl tükettiğini hayatın böyle yavaş, yalın, gösterişsiz aktığı yerlerde daha fazla hissediyorsunuz. Her ne kadar Şirince'de turistik bir köy olmasının etkileri görülse de akşam olup tur otobüsleri köyü terk ettiğinde köy hemen asıl kimliğine bürünüveriyor. Sessizlik, köpek havlamaları ve kedi miyavlamalarıyla bölünüyor sadece.

Efes Antik Şehri'nin yıllara meydan okuyan ihtişamı, Meryem Ana'nın etkileyici atmosferi derken Ege yemeklerinden de bahsetmeden geçemeyeceğim.

Tijen İnaltong'un "Tak Koluna Sepeti" adlı kitabında Bodrum pazarlarında köylü kadınların taze taze toplayıp sattıkları çeşit çeşit otlar ve bunlarla yapılan yemekler hakkında yazdıklarını okudukça bu tatlarla tanışmak için can atıyordum.


Cumartesi günü ilk olarak Selçuk'un pazarına uğradik. Köylüler neleri var neleri yok getirmişler, son derece şirin, küçük ama renkli bir pazar. Üstü çiçeklerle dolu kocaman bir armut fidesi aldık. Eşim dayanamayıp, bahçenin bir köşesine ekmek üzere patlıcan, domates ve biber fideleri de aldı. Ama asıl pazar iştahımızı Salı günleri Tire'de kurulan ve nam-ı dillere destan Tire pazarına sakladık. (Yarın Tire Pazarı)