9 Nisan 2006 Pazar

Cumartesi koşuşturması - 1

Hafta sonlarına bayılıyorum. O kadar çok yapacak şey oluyor ki, 2 gün tatil, imkanı yok yetmiyor. Esma biraz rahatsız. 12mm'lik böbrek taşı kırdırmış, ağrılar içinde kum döküyor kadıncağız. Geçen hafta gelemedi tabii. Bende de biraz kaçıklık olduğundan, aman düzen bozulmasın diye dün yani Cumartesi günü hem evle ilgilendim, hem de pazara gitmeye karar verdim.
Cumartesileri evin yakınlarında bir pazar kuruluyor. Maalesef çok şenlikli bir pazar değil. Hele dün tam ben evden çıktığımda yağmur öyle bir coştu ki, pazarda sallana sallana yürüyüp bakınmak (ki çok severim her tezgahın fizibilitesini çıkarmayı) mümkün olmadı.
Elimde liste dooğruuu bildiğim, tanıdığım tezgahlara koşup, hızlı hızlı alışverişimi yapıp apar topar eve döndüm. Böyle de pazar olur mu diyeceksiniz.. Haklısınız ama marketlerdeki sebze reyonlarına dayanamıyorum. Her ne olursa olsun pazardan alınan sebzeler inanın bir başka oluyor. Bir de evde sebze bol olduğunda evin bereketi bir o kadar artıyor.
Ben ananem ile büyüdüm. O kadar çok şey öğrendim ki ondan. Evin bereketi onun için önemliydi her zaman. Ekmek yere düşer düşmez alınır, öpülüp alına koyurdu, nimetti zira. İstanbul'un göbeğinde oturmasına rağmen her hafta sütçüsünden taze süt alır, yoğurdunu
kendi mayalardı. (Halen de öyle yapıyor. Nereden buluyor sütçüyü bilemiyorum.)
Alışverişini kendi yapar, taze taze pişirirdi yemeklerini. Her yemek ekmekle "katık edilerek" yenirdi. Yani eskilerin tabiriyle ne peynir, ne zeytin, ne de herhangi bir yemek öyle yemiş gibi yenmezdi. Tutumludur ananem ama asla cimri değildir. Şimdilerde bu ikisi en çok karıştırılan 2 ayrı kavram ve pek de dikkat edilmiyor artık böyle şeylere zira savurganlık almış başını yürümüş gitmiş durumda.
Ananem sofrasına, evine, kendisine her zaman özen gösterirdi. Sade ama şık sofrası birbirinden lezzetli yemeklerle süslenirdi. Elde yıkanılan bulaşıklar, bardaklar çatallar ve tabaklar için ayrılmış 3 ayrı kurulama beziyle kurutulup öyle kaldırılırdı dolaplara. "Şartlı-şurtlu" kadındır ananem. Bir de tel dolabı vardır ki halen bayılırım ona. Baharatlarını, erzaklarını, bazı kap kacağını halen bu tel dolapta tutuyor.
İşte benim de hamurum böyle bir kadın tarafından yoğruldu. Allah ananeme uzun ömürler versin. Ondan öğrendiklerim benim için paha biçilmez değerler. Benden soraki nesillere aktarmak istediğim değerler. İnşallah.
Nereden nereye... Pazarda kalmıştık. Dün 2. fasıl enginarımı da aldım. Bengü'nün tarfiyle pişirilmek üzere. Çalı fasulyeleri çıtır çıtırdı. Biraz da onlardan koydurdum. Çoğunluğu zaytinyağlı yapılacak, bir kısmı da salata olacaklar. 15-20 dal dereotunu bağlayıp demet yapmışlar. Olmaz öyle şey deyip çıkışınca 1 demet de bonus geldi. Onlar da hem çalı fasulyesi salatasını, hem de fırında yapılacak kabak mücverini tatlandıracaklar. Domatesler çok güzeldi bu hafta. Küçük, kırmızı, sert ve tatlı. Arı ile aşılananlardan galiba. Bir demet de karalahana aldım. Bugün elim kalkarsa dolmasını yapacağım. Olmazsa, soğanla kavrulup, yoğurtla yenecekler.
Zira Ege seyahati sonrası Küçük Evin Mutfağı'nda sebze ve zeytinyağı çok revaçta...

1 yorum:

Unknown dedi ki...

herşeyi okadar güzel anlatıyorsunuz ki adeta yaşatıyorsunuz ,tarifleriniz de benim zevkimle bire bir örtüşüyor.hepsini deneyeceğim,tebrikler