9 Mayıs 2006 Salı

Pazarda ne var ne yok, biraz sohbet, biraz rehavet...

Havalar ısrarla yağmurlu ve kasvetli olsa da ben baharı bir şekilde yaşamak için elimden geleni yapıyorum kendi çapımda. Tijen'in Lezzet dergisinde çıkan yazısını okuyup bir heves Cumartesi Pazarı'nda buldum kendimi. Domatesler artık daha bir kırmızı, biberler daha bir yeşil göründü gözüme. Yıkamak biraz zaman alsa da ne kadar faydalı olduklarını düşünerek semizotu aldım bir demet. Bir yandan kayınvalidemle telefonla konuşurken, bir yandan da semizotlarını 8. suyuna falan basmıştım ki, kayınvalidem uyardı beni; "Kızım yeter, o kadar yıkayıp faydalı olan tarafını da götürüyorsun" diye. Haklı ama geçen sene eşimi böbrek taşı sancısı nedeniyle acile kaldırdığım günü hatırlayıp, içinde bir kum tanesi bile kalmasın diye paralıyordum hem kendimi hem de zavallı semizotlarını.
(Bu arada aklıma gelmişken eşimin ablasının Zanussi Yiyecek ve İçecek İşletmeciliği Programı'ndan öğrendiği bir bilgiyi paylaşayım sizlerle. Böyle yeşil yapraklı sebzeleri yıkarken geniş bir leğene su doldurup içine bir miktar sirke ilave edin ve sebzelerinizi bir süre bekletin. Sirke doğal dezenfektan. Aklınızda olsun.)
Haftalık enginarlarımızı bu sefer başka bir pazarcıdan aldım. Zira daha öncekinden son aldıklarım biraz kılçıklanmaya başlamıştı. Bu yeni adam onların "Kıbrıs" enginarları olduğunu ve artık geçtiğini söyledi. İstanbul'un uyanık pazarcıları öyle Tijeninkiler'e benzemez. Malını satmak için doğru mu söylüyor, uyduruyor mu anlayamazsın. Ben de açıkçası söylediklerine fazla rağbet etmeyip enginarları "denemek üzere" satın aldım.
Domates, biber, salatalık, maydonoz, marul, limon derken elim kolum doldu. Bizim pazarın tam karşısında bir de yufkacımız vardır. Dayanamayıp incecik taptaze yufkalardan da 3 tane sardırdım.
Semizotları ve enginarlar acilen pişirildi. Sebzeliğin gerisinde 1 haftadır bekleyen patlıcanlar kızartıldı. (Ama bu son! Patlıcanlar sünger gibi yağ çekiyor. Ananem tuzlayıp kızartırmış yağ çekmesin diye ama ne denesem fayda etmedi. Kat kat mutfak havlularında fazla yağını çektirmeye çalıştım.)
Kapı çaldığında ben de mutfaktan çıkmak üzereydim. Selçuk'ta yaşayan ve 15 günlüğüne İstanbul'a gelen üst komşumuz uğramış çaya. Hemen Tire'den alınan adaçayı çıkarıldı. Sıcak suyla demlenip, limonla tadlandırıldı. Biz de başladık derin bir sohbete. Konu döndü dolaştı Şirince, Meryem Ana ve civar bölgelerin enerji açısından ne kadar yoğun olduğuna geldi. Ben hem Şirince'de, hem de özellikle Meryem Ana'da hissetmiştim ama Nilgün'ün anlattıkları başımı döndürdü. Ege'nin ve özellikle Selçuk ve çevresinin metafiziksel özelliğini ilgiyle dinledim. Aklım bir kez daha oralara gitti. Şirince'deki huzurlu atmosfer geldi aklıma, ürperdim. Meryem Ana'nın dinginliğini içimde hissetim. Bir kez daha gitmek istedim oralara. Gidip kalmak, Ege'li olmak istedim...
Hafta sonu eşim de çalıştığından ne gelen oldu ne giden başka. Hal böyle olunca ben de biraz miskinleşip yorgunluk attım. Mutfağım da öyle bomboş, derli toplu kaldı haftasonu boyunca. Biraz bana yabancı bu durum ama neyse kısa süreli.
Şimdi yufkalarım dolapta, sevgili Tijen'in verdiği ev ödevi buzdolabının kapısında gözümün içine bakıyorlar.

3 yorum:

Safran dedi ki...

Ah Pınarcım hakikaten semizotunu çok sevdiğim halde yıkaması yüzünden zaman zaman almakta tereddüte düştüğüm bile oluyor, sirkede bekletmeyi daha önce de duymuştum ama hiç uygulamadım, en iyisi dediğin gibi bekletmek ama gerçekten...Yazını her zaman ki gibi keyifle bir solukta okudum canım, sevgilerimi gönderiyorum...

vintage biscuit dedi ki...

sirke olayını belirtmen iyi olmuş çünkü bir çok insan uygulamıyor . güzel bi yazıydı:)

Unknown dedi ki...

Sevgili Safran, Aman mutlaka sirke kullan. Biliyorsun bir ara maydonozlarda koli basili bulunmuştu. Maalesef insan sağlığına değer veren bir toplum değiliz halen. Oğluşa ve sana öpücükler, Pınar

Merhaba Vintage Biscuit,
Küçük Evin Mutfağı'nda seni de görmek çok güzel. Sevgiler, Pınar