6 Aralık 2006 Çarşamba

1 Çay Kaşığı Kakulenin Peşinden

Ayva tatlısının içine koyulacak 1 çay kaşığı kakule nerelere götürdü beni... İşte size "nereden nereye" dedirtecek bir hikaye.

Remzi Kitabevi'ne gidip de hangi kitabı alacağına karar verirken, alelacele iliştiği bir koltukta bir elinde kalem ve not defteri (biraz tedirgin) diğer elindeki derginin sayfaları arasında gördüğü tarifi not alan fazla insan yoktur herhalde.
Zekeriyaköy yollarından aldığımız ayvalar buzdolabının sebzeliğinde bir haftadır pişirilmeyi bekliyorlardı. Remzi Kitabevi'nin raflarından rastegele seçtiğim Australian Women's Weekly dergisinde dikkatimi çeken bu tarifi o an denemeye karar verdim.
Ayva tatlısını zaten çok severim. Klasik (ocak üstünde pişen) tarif bence halen en güzel tarif. Ancak fırında pişirilerek yapılan ayva tatlısı tarifinden de nefis bir sonuç aldığımızı söylemeliyim. Tarifte kullanılan kakule'nin ayva tatlısına nasıl yakıştığını anlatamam.
Kakule alma bahanesi ile geçtiğimiz Cumartesi sabahı Mısır Çarşısı'nı ziyaret edip, çeşit çeşit baharat, taze çekilmiş kahve, mis gibi kokan ıhlamur çiçeklerinden alma imkanım oldu.
Erkenden kalktım sabah. Üstüme biraz bol gelen, ama içinde çok rahat ettiğim koyu renk kotumu ve boğazlı kazağımı giyip, kalın montumu geçirdim üstüme ve doğru yollara koyuldum sabahın köründe.
Eminönü sabah erken saatlerde pek bir güzel olur. Birkaç saat sonra o daracık ve bakımsız sokaklardan sel gibi akacak insanlar olmadan, şehrin gerçek ruhunu yakalayabilirsiniz bu saatlerde.
Kış ortasında doğan güneşin tadını çıkara çıkara, Bebek Sahili'nden Beşiktaş'a, oradan Kabataş'a doğru sürdüm arabayı. Sol tarafımda deniz. Masmavi... Öyle bir manzaraydı ki bu, unutulmayacak bir şiirin dizeleri gibi insanı yaşadığı andan koparıp alıyor, adeta bir rüya alemine sürüklüyordu. Yeni uyanan günün bu ilk saatlerinde İstanbul'un üzerine çökmüş olan ince sis Eminönü'nü büyülü bir masal şehrine benzetmişti. Galata Köprüsü'nün her iki kenarında sanki her daim oradalarmış gibi dizili balıkçılar oltalarını yeni doğan güneşin soluk ışıklarına doğru sallıyor, martılar vapurların arkasında kabaran suların üzerinde çığlık çığlığa kanat çırpıyorlardı. Arabayı her zamanki yerime park ettim. "Hoşgeldin Abla" diye karşıladı beni tanıdık simasıyla bir park görevlisi.
Boğaz'ın kendine has kokusu ile karışmış nemli ve soğuk havasını içime çekerek, Yeni Camii'nin avlusunu mesken edinmiş gri renkli güvercinler arasında yürüdüm. Eminönü'nün yaşlı, yorgun, mütevazi ve bir o kadar da emsalsiz ruhuna karıştı ruhum.
Her zaman alışveriş yaptığım dükkanlara uğradım sırasıyla. Mısır Çarşısı'na girip kaybettim yine kendimi baharat kokularının arasında. Sonra o arka sokaklara girdim, hani züccaciyelerin, yılbaşı süsleri ve hediyelik eşyalar satan dükkanların olduğu sokaklara. Kurukahveci Mehmet Efendi'ye uğradım. Taptaze çekilmiş Türk Kahvesi'nden aldım birkaç paket. Ardından Namlı'nın şarküterisine girdim. Çeşit çeşit peynirlerden ama illaki yerli peynirlerden aldım; kahvaltılık lor, Erzincan tulumu, baharatlı Çerkez peyniri... Eee, buraya gelip de almamak olmaz; tabii ki biraz da pastırma.
Asırlık çınar ağaçlarının altındaki kahvede 1 bardak çay içmeyi düşündüm dönüş yolunda ama soğuk vazgeçirdi beni. Bende geri döndüm geldiğim gibi gerçek zamana. Ayva Tatlısı'nın tarifi mi? Onu da başka bir post'a bırakıyorum. Sizi bilmem ama ben yine takılı kaldım İstanbul'a... Pınar

22 yorum:

Behiye dedi ki...

Pınarcığım bu sene ülkeme, İstanbul'uma gelemediğimi söylesem üzülmez misin ama:( Umarım yakınlarda tatile gelebilirim. İstanbul çok başka gerçekten, her türlü olumsuzluğa rağmen sevilecek bir şehir...Sevgilerimle.

Pinar dedi ki...

Nasil icim gitti yazini okurken :( Cok ozledim ben oralari. Istanbul benim icin en fazla 1 hafta 10 gunluk tatil icin gidilen sehir ama yeri ayri. Cok ozledim oyle minik dukkanlardan alisveris edip sohbet etmeyi, sicak tanidik yuzler gormeyi :( Kucuk bir cay bahcesinde ince belli bardaktan cay icmeyi...

Bu arada ben de buradaki kitapcilarda ara sira cantamda buldugum pecetelere yaziyorum dergilerde begendigim tarifleri. Sevgiler.

Tuba dedi ki...

Al benden de o kadar. En sevdigim mekanlardir Misir carsisi, Kabatas, Besiktas, sen anlatirken biran kendimi oralarda hissettim. Cok guzel yazmissin. Kalemine saglik.
Ben kim miyim? Ben de yeni bir yemek sitesi sahibiyim (evet ne yapalim bir tane daha, siz de bu kadar guzel bu siteleri yapip, insanlari kiskandirmasaydiniz:)). Neyse, uzun lafi kisasi ben de beklerim. Sevgilerle,

munevver dedi ki...

Pınarcığım,ben de İstanbulun çok erken saatlerini,bayramlarda boşalan İstanbulu(ne kadar boşalırsa)çok seviyorum.Evliliğimizin ilk yıllarında Kanlıcada otururken,Cumartesi Pazar en büyük zevkimiz,sabah erkenden Hisara ya da Çubukluya kadar yürümekti..Hiç kimse yok,hanımeli kokuları,balıkçıların sesi,denizin sesi...
Çok özledim o günleri...
Sevgiyle,nanelimon.

Unknown dedi ki...

Behiye,
Belki bir an bile olsa bu yazıyı okurken İstanbul'u hissedebilimişsindir... O zaman üzülmem sevinirim. En kısa zamanda yolunun ülkene düşmesini yürekten diliyorum. Pınar

Unknown dedi ki...

Pınar'cığım,
Zaten İstanbul'a tatil için geleceksin. Tadı damağındayken ayrılacaksın. Anılar sana yeter. Daimi bu kaos şehirde yaşamak inan çok zor. Benim de aklım hep sizin oralarda.

Unknown dedi ki...

Tuba'cığım,
Çok teşekkür ederim. Hoş geldin aramıza. Hem o nasıl söz... Eğer sen de bizlerin hoşlandığı şeylerden hoşlanıyorsan ailemizi büyütmenden memnuniyet duyarız.

Unknown dedi ki...

Ahhh Münevver Kanlıca'da mı oturuyorsunuz??? Bizim yengemiz de orada. Herhalde Boğaz'ın Anadolu yakasını ben bizim taraftan daha çok seviyorum. Yeni yapılan sitelerin, binaların cazibesine kapılmamak, gerçek İstanbul'un dokusundan kopmamak lazım. Öpüyorum, Pınar

Adsız dedi ki...

Merhaba pınar uzun süredir istanbuldan uzak olan biri için harika bir anlatım oldu heralde mısır çarşısını eminönünü yeni camiyi çok özlemişim gözümde canlandırdım şimdi oraları ve içimden şimdi istanbulda olmak vardı diye geçti bana bu silinmeye yüz tutmuş anıları hatırlattığın için sağol

Unknown dedi ki...

Aslında Sebnem'cigim bazi anilar hic silinmiyor. Sadece biz hatirlamak istemiyoruz zaman zaman. Eminonu'nu yazarken Istanbul'u ozleyen arkadaslari biraz duygulandiracagimi dusunmemistim. Hepinize cok hak veriyorum. 3 ay yurtdisinda kaldigim bir donem vardi. Ne demek oldugunu bilirim.

renkler dedi ki...

Daha önce de yazılarını okuyordum ama bu yazında kaleminin oldukça iyi olduğunu farkettim. Bazen konular üzerinde yoğunlaşırken cümleleri, ifadeyi farketmiyoruz ne ilginç:-)

Neyse, İstanbul bir başka tabi. Ben Sultanahmet ve Kapalıçarşıya bayılırım. Eşimle arada gider gezeriz. Sokaklara koydukları masalar ile tatil yerlerini anımsatan ama turist kazıklayan yerlerde bira içmeyi, türk kahvesi molası vermeyi, bizi turist sanıp birşeyler satmaya çalışan satıcılara gülmeyi, renk renk lambaları incelemeyi, ilginç parçalar bulup Türk olduğumuzu ispat edip pazarlık etmeyi çok severim. Sultanahmet ise babamın doğduğu, büyüdüğü yer, özel bir anlamı var...

Hanife dedi ki...

Pinar'cigim,
Icim sizladi, daldim gittim yazini okurken.. O kadar ozledim ki Istanbul'u.. Bahsettigin yerlerde bende gezindim seninle..
Cok tesekkurler arkadasim bu guzel yazi icin.

Unknown dedi ki...

Renkler'in yazarına...
Sanırım eski İstanbul'un havasını koklamaya hepimizin zaman zaman ihtiyacı oluyor değil mi?
Yazının dilini de beğendiğine sevindim. Sevgiler, Pınar

Unknown dedi ki...

Hanife'ciğim,
Rica ederim. Ne kadar özlediğini inan hissettim yazından. Dilerim en kısa zamanda ziyaretimize gelirsin:-) Öpüyorum canım arkadaşım. Pınar

Adsız dedi ki...

Aynı gün ben de seninkinin tam tersi bir güzergah izledim. Köprüden geçip Ortaköy üstünden Kuruçeşme'ye geldim. Dolce'de kızlarla kahvaltı yapıp Kanyon'da Donduram Gaymak'ı izledik. Sonra tekrar Beşiktaş üstünden Küçük Bebek yokuşunda arkadaşıma gittik, gitmaden Hisarüstü pazarından şahane sebzeler aldık. Hava gerçekten çok güzeldi.Deniz ışıl ışıldı. İçim sevinç doluyor böyle havalarda...Pınar B.K.

Unknown dedi ki...

Pınar'cığım merhaba,
Benim alışveriş yaptığım pazarı sormuştun. Hisarüstü pazarıydı. Pek ahım şahım değil biliyorsun ama hiç yoktan iyidir.
O gün hakikaten güzel bir gündü. Hakikaten insanın ruhunu besliyor değil mi? Hele bir de Cumartesi gününe rastlaması harika oluyor:-)
Sevgilerimle, Pınar

Margot dedi ki...

Ben bu haftasonu Eminönü'ne gidiyorum, zaten aklımdaydı artık farz oldu!

Unknown dedi ki...

Havada güzel. İsabet olur sevgili Margot.. Ben de mi gitsem acaba???
Pınar

Pınarın Kulubesi dedi ki...

Merhaba Adaşım:)
çok güzel anlatmışsın,
kotunu ve kazağını anlattın ya, birde montunu.
Bende gitsem heralde aynı şekilde giyerdim:) Hep aynıdır, değişmez:)
Çok zaman oldu gitmeyeli mısır çarşısına. Cumartesi günleri çalışınca olmuyor bir türlü. Sağolsun eşime veririm listeyi o alır gelir. Eşref diye bir yerden alırım fındık fıstık ve pasta malzemelerini, Mehmet Efendi ye yakın bir dükkan
güzel yazın için çok teşekkürler
Ayrıca dergi karıştırıp tarif yürütmene de bayıldım kaş göz arasında:)))
tarifini ve sonucu merakla bekliyorum
sevgiler

Unknown dedi ki...

Pınar'cığım,

Bu iş hayatı insanı gerçek hayattan öyle bir koparıyor ki... İnan 15 gün izin alıp evde geçirdiğim zaman gerçekten yaşadığımı hissetmiştim.
Bir şey söyleyeceğim güleceksin. Ayva tatlısının resimleri hazır ama tarifini hangi kağıda yazdığımı bulamıyorum. İyi mi:-)))
O yüzden börek tarifini öne koydum.

Pınarın Kulubesi dedi ki...

İş hayatı gerçekten öyle sadece haftasonları yaşadığımı anlıyorum ve pırr diye geçip gidiyor:( izinleri evde geçirmeyi çok isterim, eşim maalesef benimle aynı fikirde değil:( hem onun izni benden çok fazla :(((
bak tarifin yazarının ahı tutmuş, kaybetmişsin tarifi:)
inşallah bulursun, olmadı remzi kitabevini tekrardan ziyaret edersin:))

Unknown dedi ki...

Buldum Pınar buldum... Tarif defterime yazmışım hem de... Pınar